Son Dakika
Halifeliğin kaldırılmasının üzerinden 90 yıl geçmiş olmasına rağmen hâlâ gündemde kalmaya devam ediyor. Hem Türkiye’de hem de dünyanın başka yerlerinde toplantılar bazen gösteriler dahi yapılıyor. Halifelik kurumu ortada olmamasına rağmen 21. yüzyılda da kayda değer sayıda Müslüman’ı heyecanlandırırken bazı etkin çevreleri de endişelendirebiliyor.
Ali Satan’ın Ufuk Yayınları arasından çıkan halifeliğin Kaldırılması adlı çalışması, halifeliğin ne anlama geldiğini, tarih içerisinde nasıl bir seyir izlediğini, Osmanlı halifeliğini, II. Abdulhamid ve II. Meşrutiyet’in Halifelik politikalarını anlattıktan sonra I. Dünya Savaşı’nda ardından Milli Mücadele’de halifeliğin nasıl bir rol oynadığını inceliyor. Kitap, Halifeliğin kaldırılış sürecini Türk ve İngiliz belgeleri ışığı altında, nesnel bir dille ortaya koymaya çalışıyor. Ayrıca yakın zamana kadar kapalı olan Cumhurbaşkanlığı Arşivi’nde halifelikle ilgili belgeler de ilk defa bu çalışmada değerlendiriliyor ve önemli bir kısmı orijinalleri ile yayınlanıyor.
Kitap, halifeliğin neden kaldırıldığına, halifeliğin kaldırılma sürecinde İngiltere’nin rolünün ne olduğuna, Lozan Antlaşması ve hilafet ilişkisinin yanısıra Batı ülkelerindeki yankılarına yer veriyor.
SEÇİLMİŞ BÖLÜMLER…
Ankara’dan Abdülmecid Efendi’ye davet var!
1921 yılı Nisan ayı içinde Mustafa Kemal Paşa, Hamdullah Suphi ve Dahiliye Vekili Cami Bey’in üç ayrı mektubu Şehzade Abdülmecid Efendi’ye eski yaverlerinden Yümni Bey tarafından getirildi. Mektuplar şehzadeyi Anadolu’ya davet ediyordu.
Abdülmecid Efendi bu davetten memnun oldu. Ancak karar vermek için bir iki gün müsaade istedi. Bu arada Ahmed İzzed Paşa, Dahiliye Nazırı Şerif Paşa ve Halil Paşa ile istişare etti. İki gün sonra kendisini ziyarete gelen Yümni Bey’e; Anadolu’ya geçmeyi ve bu mücadeleye katılmayı çok isterdim.
Fakat bu karar ve hareketimin ailevi vaziyetimizle, yani hanedan vaziyetinde nasıl bir değişiklik göstereceğini, bunun millet ve memlekete faydalı olup olmayacağını sarahatle anlayıncaya kadar beklemenin müreccah olduğunu düşünmekteyim diyordu. (sf. 115)
Lozan’da İngiltere’nin hedefi neydi?
Lozan Barış Konferansı’nda İngiltere’nin dört amacı vardı. İngiltere Heyeti Başkanı Dışişleri Bakanı Kedleston Markizi Curzon Lordlar Kamarası’nda bunları şöyle açıklıyordu: “Birincisi Türk-Yunan Savaşı’nı sona erdirmek. İkincisi Türkiye’ye sağlam ve istikrarlı bir devlet olarak yeniden yapılanması için bir fırsat verilmesi ve medeni dünyada yerini alma imkanı verme.
Üçüncüsü ise eğer Türkler diğer milletler arasında tekrar yer almak istiyorsa bunu yalnızca Batı ile irtibat kurarak ve işbirliği yaparak elde edebileceklerini kabul ettirmek. Dördüncü hedefse müttefikler arasında işbirliği ve dayanışmayı sağlamaktı.” Lord Curzon devam ederek; “Eğer Türkiye başkenti Ankara olan, Küçük Asya dışında herhangi bir bölgeye sahip olmayan bir ülke olarak kalsaydı, kendi geleceğini diğer Asya krallıkları ile çevrili bir Asya devleti olarak tayin etmesine bir şey demezdik.
Fakat bu olmadığı ve Avrupa’ya dönüşü kabul edildiği için kendilerine her zaman demişimdir ki; Ey Türkler, şimdi tekrar geri döndünüz. Geleceğinizi Moskova, İran veya Afganistan’da aramanızın sizin için iyi olmadığını göremiyor musunuz? Artık gözünüzü Avrupa’ya çevirmiş durumdasınız.
Türklere devamlı Büyük Peter’i örnek göstererek, Avrupa’ya geri döndüklerine göre Batı idare ve hükümet standartlarını özümsemek zorunda olduklarını, ancak bu takdirde Avrupa’nın kendilerine yardım edebileceğini söyledim.” (sf.165)
Meclis kararlarını eleştirmek vatan hainliği sayıldı
TBMM-Hilâfet çekişmesinin önüne geçmek için 29 Nisan 1920’de çıkartılmış bulunan Hıyanet-i Vataniyye Kanununun birinci maddesini değiştirdi. Bu maddenin ilk hali şöyle idi: Hıyanet-i Vataniyye Kanununun 1. maddesinin “Yüce Hilâfet makamı ve saltanatı ve ülkeyi yabancı devlet güçlerinden kurtarmak ve saldırıları defetmek maksadıyla kurulan Büyük Millet Meclisine karşı düşünce veya uygulamalarıyla veya yazdıkları yazılarla muhalefet ve bozgunculuk edenler vatan haini addedilir.”(sf. 175)
Mustafa Kemal Paşa gazetecileri nasıl şaşırttı?
16-17 Ocak 1923’te gazetecilerle bir toplantı yapan Mustafa Kemal Paşa, söz hilafete gelince herkesi şaşırtan bir açıklamada bulundu. Ahmet Emin Yalman o toplantıyı şöyle anlatıyor: Sözlerimiz bittikten sonra Gazi’nin ağzından şu sözleri işittik: “İsmet Paşa’ya da bu bahsi açtığım zaman o da sizin söylediğiniz tarzda şeyler söyledi, fakat hepiniz aldanıyorsunuz. Hilâfetin mutlaka kökünden ilga edilmesi lazımdır.”
O salona yıldırım düşmüş gibi bir his duyduk. Hilâfet’in ilgası gibi bir fikrin herhangi bir kimsenin hatırının kenarından geçebileceğini düşünmek bile kudretimizin dışında bir şeydi. Bunun dokunulmaz, lüzumlu, ilgasının imkansız bir şey olduğu fikri eskiden beri zihinlerimizde yerleşmiş bulunuyordu. Bir Katolik topluluğunu papalığın ilgasından bahsedilse, ne gibi tepki uyandırabilirse biz de o yolda bir tepkinin etkini altındaydık. Şaşırmış kalmıştık. (sf.172)
İsmail Şükrü Hoca “Halife devlet reisidir”
“İsmail Şükrü Hoca, risalesinde hükümetten mahrum, güçsüz halife olamayacağını, halifenin devlet reisi olması gerektiğini ileri sürüyordu. Risalenin Meclis’te dağıtıldığı 15 Ocak’tan bir gün önce Batı Anadolu’ya bir tedkik gezisine çıkan Mustafa Kemal Paşa, risalenin neşrolduğuna dair haberi Eskişehir’de, annesi Zübeyde Hanım’ın vefat haberi ile beraber aldı. Tepkisi çok sert oldu.
Mustafa Kemal Paşa, bu durumu,’ Meclis’in, milletin lağvettiği saltanat-ı şahsiyeyi hilâfet makamında idame ve padişah yerine halife ikame etme sevdası’ olarak yorumluyordu. Hoca Şükrü ve arkadaşlarını ‘mürteci bir hizip’ diye nitelendiren Mustafa Kemal Paşa, halifeyi ümide düşürecek sadakat gösterilerinin risale ile sınırlı olmadığını düşünüyordu.” (sf.171)
Devrimci gazeteciler ülkeyi büyük değişime hazırladı
Yunus Nadi, Yeni Gün gazetesinin 26 Kasım 1923 günkü nüshasında ‘Yeni Bir Cidal Devri’ başlıklı makalesi ile cidali bizzat kendisi başlatıyordu. Yeni Gün’de hilâfet, saltanat ve millî hakimiyet konularında birbiri ardına makaleler neşrolmaya başladı.
Bu tartışmalar ülkeyi büyük değişime hazırlıyordu. Zaten tartışmalar da ülkedeki değişimin farkında olanlarla olmayanların mücadelesi idi. Eskişehir mebusu Emin Bey, Yunus Nadi ve Celal Nuri beylerin İslami duyguları yaralayacak şekilde yayınlar yapmalarını ve bu yayınları tasvip etmenin yanlış olduğunu vurguluyordu. (sf.171)
“Böyle bir şeyi aklımızdan bile geçiremiyoruz”
Büyük Millet Meclisi Başkanı sıfatıyla İstanbul’a gelen Fethi Bey’e gazetecilerin halifeliğin kaldırılacağı yolunda soruları üzerine; ‘Ne münasebet, böyle şeyi aklımıza bile getirmiş değiliz, Halife Hazretleri’nin istifası keyfiyeti hilaf-ı hakikattir.
TBMM bu sorunu geçen yıl hal ve fasletti; Halife’nin nasp ve seçimi, Millet Meclisi’ne ait bir haktır. Bunun diğer İslamlarla hiçbir ilgisi yoktur. Mademki halifeliği muhafaza eden ve koruyan Türkiye Cumhuriyeti’dir, seçimi de ancak Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olması lazım gelir. Hilâfet makamı, İslamlar arası en büyük müessesedir. Ancak bu makamın başını TBMM seçer. Bu hak yalnız bizimdir, bu nu kimseye veremeyiz. (sf. 179)
“Türkiye kan kaybeder”
Şöhretli ve usta gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) da ‘Şimdi de Halifelik Meselesi’ başlığı ile yazdığı makalade; halifelik giderse, beş on milyonluk Türkiye devletinin, İslam âlemi içinde hiç önemi kalmayacağını, Avrupa siyaseti bakımından da, en küçük değersiz bir hükümet mevkiine düşeceğimizi bunu anlayabilmek için de büyük bir dirayete lüzum olmadığını belirterek soruyordu;
“Milliyetçilik bu mudur? Gerçek milliyet duygusunu yüreğinde duyan her Türk, hilâfet makamına dört elle sarılmak zorundadır” diye yazınca Mustafa Kemal Paşa bizzat cevap vermek lüzumu hissetmiş ve: “Makam-ı Hilâfete dört elle sarılmak mecburiyetinde bulunan bir şekl-i idarenin bir şekl-i cumhuriyet olmayacağını anlayabilmek için de büyük bir dirayete lüzum yoktur…” diyerek maksadını açıklıyordu. (sf.180)
“Terbiye millî mi olmalı dinî mi?”
Mustafa Kemal Paşa 11 Şubat gecesi İstanbul Darülfünun Rektörü Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, Edebiyat Fakültesi Dekanı Fuat Köprülü ve birkaç diğer dekanlarla birlikte bir heyeti İzmir’de Göztepe’deki köşkte kabul etti.
O gece ‘Terbiye millî mi olmalı, dinî mi?’ diye bir konu etraflıca tartışıldı ve arkasından mevzu halifeliğe geldi. Ismayıl Hakkı Baltacıoğlu, yobazlık ağacının kolunu kanadını kesmenin yeterli olmadığını kökünü kazımak gerektiğini söyledi. Mustafa Kemal Paşa aldığı bu cevaptan memnun olarak Baltacıoğlu’na iltifatlar etti. (sf. 187)
Cemaleddin Afgani’nin en meşhur müridi olan Muhammed Abduh da hilâfetin yeniden Araplar’a aktarılmasına inanmaktaydı. Ona göre Osmanoğulları halifeliği zorla almıştı ve Türkler İslam dünyasında geç Müslüman olan bir kavim olarak Peyygamber risaletinin ruhunu doğru olarak algılayamamışlardır. (sf.37)
ERDAL DOĞAN – BUGÜN GAZETESİ
BENZER HABERLER