Son Dakika
Umay Aktaş Salman
2014-2015 akademik yılı başladı. 5.5 milyon öğrencisi ve 175 üniversitesi ile Türkiye yükseköğretimde akademik özerklikten, öğretim elemanı açığına kadar kaliteli eğitimi engelleyen sorunlar var. Yükseköğretim Kurulu Başkanı (YÖK) Prof.Dr. Gökhan Çetinsaya yükseköğretimin sorunlarıyla ilgili Al Jazeera Türk’ün sorularını yanıtladı.
Hazırladığınız “Türkiye Yükseköğretimi İçin Bir Yol Haritası” başlıklı raporda yükseköğretimde niteliksel büyümeye geçmek gerektiğine vurgu yapıyorsumuz. Son yıllarda üniversite sayısı hızla artarak 180’e yaklaştı. Üniversite sayısı artıyor ama nitelik konusunda eleştiler var, eğitimin niteliği neden hızlı bir artış göstermiyor ?
Türkiye gibi nüfus yapısına sahip ülke için okullaşma oranları alt düzeylerdeydi. YÖK ilk kurulduğunda yüzde 6’lardaydı. 2000’li yılların başında yüzde 20’lerdeydi okullaşma oranı. Bırakın 2023 hedeflerin, OECD ülkeleri ortalamalarının yarısındaydı bu oran. Son 10 yıldaki büyümeyi takdir etmek lazım. Şu anda yüzde 80’lere vardı brüt okullaşma oranı. Dünyadaki gelişmiş ülkeler seviyesinde okullaşma. Önemli olan sosyal baskıyı azaltabilmekti. 2050 yılına kadar her yıl 1 milyon 250 bin çocuk 18 yaşına girecek. Artık 20. yüzyıl toplumu değiliz. Elit bir eğitim aranmıyor, kitlesel eğitim aranıyor. Nüfusumuzun büyük kesimine yükseköğretim vermeniz bekleniyor. Beklenti var. Önemli olan sosyal baskıyı azaltabilmekti. Bunu başarmışız. Bunlar son 10 yılda oldu.Treni kaçırmış değiliz. Nitelikli büyümeyi sağlıyacak politikaları sağlayabiliriz diye düşünüyorum.
“Yeni devlet üniversiteleri kurma noktasında durup düşünmeliyiz”
Yükseköğretimde niteliğin artması için neler yapılması gerekiyor ?
Bunlardan biri açıköğretimin yüksek olan payını düşürmek. Üniversiteye giden 5.5 milyon öğrencinin yüzde 50’ye yakını açıköğretimde. 2006 sonrası kurulmuş 50 devlet üniversitesi var. Onları iyi yapılandırabilirsek, oralarda yüz yüze eğitim için potansiyel var. Zamanla açıköğretimin payını düşürebiliriz. Vakıf üniversitelerinin potansiyeli büyük. Sayı olarak çok, 70 küsürlerdeler ama öğrenci nüfusunuın yüzde 12’sini okutuyorlar. Vakıflar gerçek rolünü oynamış değil henüz. Hem büyümeyi hem nitelikli büyümeyi başarmamız lazım . O bakımdan da üniversite lazım. Devlet artık yeni bir üniversite kurmalı mı, orada durup düşünmemiz lazım. Kaliteyi artırma bağlamında yapılacak olan hoca başına düşen öğrenci sayılarını ideal rakama çekebilmek. Dünyada gerideyiz. Türkiye’de öğretim elemanı başına 21 öğrenci düşüyor. OECD ülkelerinde bu rakam 16. Öğretim üyesi başına düşen öğrenci sayımız ise 48 öğrenci düşüyor. Daha çok öğretim elemanı yetiştirmemiz lazım.
Doktora öğrencisine teşvik verilsin
OECD ülkeleri ortalamasına gelebilmemiz için 45 bin öğretim elemanına ihtiyaç var. Bu açık nasıl kapanacak?
Burada kritik noktalardan biri doktora eğitimine önem vermek. Doktoralıların niteliği çok önemli. Dünyadaki bilimsel akademik listelerde öne çıkmayı ancak böyle sağlayabiliriz. Şu andaTürkiye’de her yıl 4 bin 500 doktora mezunu veriyoruz. Kesinlikle yetersiz. Almanya’da 25 bin, İngiltere ve Japonya’da 15 bin, Brezilya’da 14 bin doktora mezunu veriliyor her yıl. Bu konuda istersek milli seferberlik ilan edebiliriz. Birkaç yıl içinde yıllık mezun sayısını 10-15 bine çekebiliriz. Gerekirse teşvik vermeliyiz doktora öğrencilerine. Ancak mesleğimiz giderek erezyona uğruyor. İsterim ki, İstanbul Teknik Üniversitesini birinci bitiren çocuk üniversitede kalsın. Ancak bugünkü özlük hakları içinde çok mümkün değil. Hükümetimizin ve Sayın Başbakanımızın açıklamaları hepimizin yüreğine su serpti.
Araştırma görevlilerine yüzde 35 zam yapılacağı açıklandı, diğer kadrolara ne oranda zam yapılacak?
Diğer profesör, doçent gibi kadrolara yapılacak iyileştirmelerin de önümüzdeki günlerde açıklanmasını bekliyoruz. Aldığımız bilgilere göre iki türlü mekanizma var. Bir, 14 yıldır kenarda unutulmuş kesime yapılcak maaş artışı, anlaşıldığı kadarıyla kademelendirme şeklinde olacaktır. İkinci kulvarda da teşvik pirimi adı altında daha çok makale üreten, araştırma yapana, topluma katkı sunana yüzde 20’ye varan oranda katkı sağlanacağı anlaşılıyor.
“50/d kadrosu eşitsizlik yaratıyor”
Doktora mezunu az ama mezun olan da üniversitede kalamıyor. Doktoralılara burslu öğrenci statüsü veren, yani doktorası bittikten sonra üniversiteden çıkaran 50 d kadrosu yıllardır şikayet konusu. Bu kadro güvenceli hale gelecek mi ?
Bu nihai modele, yeni yasa çalışmaları kapsamında yürütme ve yasama organı karar verecektir. Ancak şu anda bir eşitsizlik olduğu doğrudur. Aynı işi yapan insanların iki farklı statüde olması, ( 33/a ve 50/ d kadroları)birinin kalıcı diğerinin kalıcı olmaması eşitsizlik yaratıyor. Bu eşitsizliği giderebilmeli ve tek bir model üzerinde uzlaşabilmeliyiz.
Böyle bir model teklifi var mı YÖK’ün ?
Son dönemde yok. Bunun bir yasa çerçevesinde yapabileceğimizi biliyoruz.
Bilimsel yayın için fon var ama çeşitlilik yok
İran, bilimsel yayın sıralamasında Türkiye’nin önüne geçti. Mesela 2001’de İran 44. sıradayken 2013’te 17. sıraya yükseldi. Türkiye ise bu yıllar içinden 22. sıradan 19. sıraya, iki basamak yükseldi. Bilimsel araştırma ve yayın yapabilmek için ne eksik Türkiye’de ?
Şu anda 30 ülke arasında makale sayısı olarak 20 sıradayız dünyada (1996-2012 yılı yayınlanan makalelerin toplamı). Makalelerin etki faktörü itibariyle 37.inciyiz. Sayısal olarak üretiyoruz ama nitelikli üretemiyoruz. 2023 hedeflerinin net tanımlanması, 2011’de Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu kararlarında bilimsel ekosisitem oluşturma anlayışına geçilmesiyle şu anda helvayı yapmak için her şey var. Kamuoyu farkında olmayabilir ama yükseköğretim camiası bunun farkında. Eksik olan şey, üniversiteleri yeniden yapılandırmayı başarabilmemiz. Fonlar, teşvikler hepsi orada var. Merkeziyetçi, bürokratik şey… Bizim yasalarla belirlenmiş yükseköğretim sistemimizin en büyük açmazı bu. Tüm üniversitelere aynı standartı getiriyor. Çeşitliliğe izin vermiyor. Herkese saate 1 kilometre yürüyebilirsin diyoruz. İki türlü yanlış yapıyoruz. Hızlı koşana dur, yavaş koşana da hızlı koş diyoruz. Yeni kurulan üniversitelere de, kurumsallaşmış üniversitelere de haksızlık ediyoruz.
Çeşitliliğe izin verebilirsek , üniversitelerin istedikleri kadar koşmasına izin verecek esneklikleri getirirsek kesinlikle üniversite sistemi daha ileri gidecek. Herkesi de patent için yarıştırmamalıyız. Yeni kurulan üniversitenin senatosu bile kurulmamışken illa araştırma yap, patent yap diye zorlamamalıyız. Buna hikmet patent dengesi diyorum. Himetin, bilginin, felsefenin peşinde olanlara, kendi kulvarında yürü dememiz lazım. İnovasyon, AR-GE yapmak istiyorum diyenlere de sen de bildiğin gizi koş dememzi lazım. Yeniden yapılandırma hem zihniyetin hem de Yükseköğretim Yasası’nın değişmesiyle mümkün . Önümüzdeki dönemdeki yeniden yapılandırmada dikkat etmemiz gereken bu olacaktır.
Harvard Üniversitesi’nden Prof.Dr. Gökhan Hotamışlıgil de “Türkiye’de bilimin gelişmemesinin nedeni bilimsel özerklik olmaması dedi. Üniversitelerin hiyerarşinin bir parçası olduğunu söyledi . Bu eleştirilere ne dersiniz?
Hocamızın söyledikleri temelde doğru 2547sayılı Yükseköğretim Kanunun değişirse, sistem içinde çeşitlilik, farklılaşma imkanları yaratılırsa, şeffaflık mekanizmaları yaratılabilirse köklü üniversiteler daha da ileri gidecektir. Olay sadece YÖK’ün bürokratik merkeziyetçiliği değil. Bunun yanında üniversitelerde yaşanan merkeziyetçilik de var. Rektörlerimiz çok güçlü, bu güç üniversitelerde akademik çalışmalarda her zaman doğru mekanizmaları işletmiyor.
“Hotamışlıgil’den ilkokul diploması istemedik”
Fakat hocamız YÖK’ün bir vakıf üniversitesinin mütevelli heyetine girebilmek için kendinden ilkokul diplomasını istediği konusunu yanlış hatırlıyor. Kendisinden ilkokul diploması istenmemiş. Doldurulması gereken formda ilkokul ismi soruluyor. Kimseden ilkokul diploması istenmiyor zaten. Biz aslında adli sicil belgesi istemişiz. “Peki buna gerek var mı” da denebilir . Bunun kendisi de tartışmalı ama iş dönüp dolaşıp yine 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’na geliyor. Yasa böyle emretmiş.
Kaynak: Umay Aktaş Salman – Al Jazeera Türk
BENZER HABERLER